10 Ocak 2011 Pazartesi

ADALAR...

   Denize kıyısı 8 bin 353 km. 1.5 milyon hektar iç su alanına sahip olan bizler, denize sırtı dönük yaşıyoruz. Dünya denizcilik ve balıkçılık sıralamasında ilk 10'a bile giremiyoruz. Denizden yeterince değil, hiç yararlanmıyoruz. Çocukluğumuzdan beri elimizden düşürmediğimiz, olta ve misinalarımız bile ülkemizde üretilememekte...
      Denizde gördüğümüz her şeye, karasal adlar veriyoruz. Bu adları verirken başına sadece deniz eki takıyoruz. Örnek mi; Deniz kestanesi, deniz patlıcanı, deniz otobüsü...
      Denizcilik terimleri uluslararası olmasına karşın biz kendi literatürümüzü yaratıyoruz...
      Denize fiziken yakın, ruhen çok uzağız. O nedenle denize bakışımız bile karasal. Denizciliği bilmiyoruz, bilmekte istemiyoruz. Deniz insanı olmanın tadına varsak belki farklı olabilir ama denizdeki kara parçasına bile bakışımız şaşırtıcı.
      Nasıl mı ?
      Hemen hepimiz biliriz, kıyımızda bir adacığımız vardır ve ne hikmetse adı “Eşek Adası”dır. Tüm kıyılarımızda o kadar çok “eşek” adamız vardır ki şaşarsınız. Düşünüldüğünde akıl almaz. Oysa adalara “eşek” adını koyan kişiler ne diğer “eşek” adalarının muhteşemliğinden etkilenmişlerdir ne de bir araya gelerek, ortak karar almışlardır.
       Bu adalar ki tüm sanatçılara ilham kaynağı olurken,  tuvalleri, şiirleri, şarkı sözlerini daha bir güzelleştirirken, biz neden onlara isim verirken bu kadar kısır bir düşünce içinde kalıyoruz? Anlamak zor.  
       Nedense adacıkların eşekler yerine bizim olmasını sağlamıyoruz. Olabilirliğini ben gördüm. Çandarlılı şair Kasım Türksavaş (Babam) 1970 yılında Çandarlı Yarımadası'nın doğusunda ve batısında bulunan adacıklara “eşek” adası denmesini engelledi. Kayığına binip yanına aldığı boyalar ve karısının(annem) saç tellerinden yaptığı resim fırçalarıyla ve bir şişe şarabın ilhamına yaptığı katkıyla adacığın kayalıklarına yazdığı aşağıdaki dörtlüklerle adalara yeni adlarını koyarak, ruhlarını verdi. Çandarlılı Şair Kasım Türksavaş 1988'de yaşamını yitirdi ama isimlerini koyduğu adacıklar halen Türksavaş'ın koyduğu isimlerle anılmaktadır.
       
       HÜLYA ADASI
       Rivayet ederler ki bu hülyalı yerlerde
       Gezindikçe kalmazmış kalplerde hiçbir keder
       Hissikablelvukuyla martıların her biri
       Çok uzak diyarlardan buraya sefer eder
       Kimler ayak basarsa bu müstesna adaya
       Kaptırırmış kendini onulmaz bir hülyaya
       Burada dalınan hülya dilerim gerçek olsun
       Bundan böyle bu ada “HÜLYA ADASI” olsun!
(Çandarlı'nın doğusundaki adacık. Önceleri buraya merkep, keçi, koyun gibi hayvanlar bırakılırdı. Bu nedenle “Eşek Adası” diye anılırdı.)

       HAYAL ADASI
       Ayla deniz bir gece bu noktada  buluşmuş
       O vuslat gecesinde bütün sahiller susmuş
       Binlerce yıldan beri bu küçücük ada hep
       O vuslat gecesini HAYAL edip dururmuş
(Çandarlı'nın batısında, mendirek yapılırken, kıyıya bağlanan adacık)

9 Ocak 2011 Pazar

KÜLLERİNDEN DOĞAMAYAN ŞEHİR

  Bir kentin merkezi gözden çıkarılabilir mi? Evet çıkarılır. İzmir'de olduğu gibi. İzmir tarihine dönüp bakarsak, kent merkezindeki sosyal yaşamın tüm canlılığını görmek mümkün. İzmir'in yaşam biçiminin tüm karakteristik özelliklerini tarihi dökümanlarda görüyoruz. Hatta İzmirliler, 1980'li yıllara kadar şehir merkezindeki canlı ve dinamik yapıyı anımsayacaklar. Troleybüsle şehir içi yolculuklar, boyozlu sabah kahvaltıları, Pasaport'ta öğle yemeği sonrası bir kahve molası, Kemeraltı'nda bayram alışverişi, fotür şapkalı amcaların memleket sohbetleri, kafelerde kitap okuyan gençler İzmir'in çehresini oluşturuyordu. Şimdilerde buralar çarpık yapılaşma, kaldırımlara taşan trafik, seyyar satıcılar, mendilci çocuklar gibi tüm istenmeyen unsurlara bırakılmış durumda. Tarihte dünyanın en güzel liman kentlerinden biri olan İzmir'in kimliksizleştirme politikası başarıyla tamamlandı.
  Bu süreç kentin profilinin oluşmasında önemli bir yeri olan güzel sanatlar fakültesinin merkezden uzaklaştırılmasıyla başladı. Karar veren merciler neden olduğunu anlamadığım ve bir türlü anlatamadıkları bir sebep ile önce kentin kültürel dokusuna olumlu müdahaleler edebilecek, DEÜ Mimarlık Fakültesi'ni, ardından Güzel Sanatlar Fakültesini ve Konservatuvarı'nı kent merkezinden taşıdı. Böylece kentin gelişim sürecinde eleştirebilecek gözleri ve beraberinde daha iyi olması için yapıcı önerileri uzaklaştırdı.
  Bileşik kaplar hesabı gidenlerin yerini dolduranlar kent merkezinde yeni bir profil oluşturdu, ki bu profil İzmir'in ne tarihine ne de geleceğine yakışır oldu. Oysa sözkonusu fakülteler kent merkezinde kalsaydı ne olurdu?
  İzmir sokaklarında yürürken, Paris, Viyana ve Münih'de olduğu gibi buram buram sanatı koklardık. Kentimiz gelişirken, güzel sanatların izlerini yok etmez, İzmir'i Avrupalı bir kent yapardık. Kaval çalan çocuklar yerine müzisyen gençlerin kemenlarının tınıları okşardı kulaklarımızı. Tuvaline İzmir'in günbatımını resmeden gençler ve yüzümüzü güldüren pandomimciler olurdu sokaklarımızda.
  Tüm bunların yanında neonlu tabela asmaktan rahatsız olacaktı esnaf, vitrinler daha estetik düzenlenecekti ilgisini çekmek için sanatçı gençlerin. Trafikte daha saygılı, yürüme yollarında daha hoşgörülü olacaktı İzmirliler. Ne de olsa sanatın getirdiği bir estetik bakış hakim olacaktı üzerimizde. Güzel sanatlar fakültesi taşınmasaydı kent merkezinden, kentin belleğinde yerini koruyacaktı kent kültürü. Bireyler söz sahibi olacaktı, sadece belediyelerin aktiviteleri olmayacaktı kültür ve sanat faaliyetleri. Sivilleşecekti, topluma yayılıcaktı. Sivil sanat galerileri, kültür merkezleri gelişecekti ve kafelere yayılacaktı kültür sohbetleri. Totaliter olmaktan kurtulacaktı sanat.
  Gelişmiş ülkelerde güzel sanatlar akademilerinin kent merkezlerinde olması bir tesadüf değil. Kentli olmak zor iş ama hem kentli hem İzmirli olmak daha da zor. Binlerce yıllık tarihin üzerinde oturmak, o kadar da kolay olmamalı. Yanlışı düzeltmek mümkün. Çünkü İzmir, tarihte gelişmiş ülkelerin bugünkü şehir hayatına hiç de uzak olmayacak bir yaşamı barındırıyordu.  Bu nedenle önce aynaya baakmamız gerekiyor. Yıllardır "kasaba" denilen ve benim ısrarla karşı durduğum düşünce, bugün İzmir'i değil kasaba, 4 milyonluk bir köy haline getirdi.
  Marka şehir olma projeleri üzerinde çalışan İzmir'in söz sahibi kişileri, fuan ve kongre turizmine ev sahipliği yapacak "kültür şehri İzmir'i" yaratmaya çalışıyor. Benim önerim; uzağa gitmesinler, 30 yıl öncesinin İzmir'ine dönüp bakarlarsa, görecekleri şehir, kültür şehridir.